Yıllar önce bir makalede okumuştum. Rus çocuklarının bu öz güveni nereden geliyor diye sorulan soruya siyaset bilimci şöyle cevap vermişti. “Çünkü onların Sibirya’dan ateşlendiğinde Paris’i Londra’yı vuracak füzeleri (TOPOL M1) var. Kendilerini güvende hissetmeleri ve öz güven sahibi olmaları çok doğal.”
Oysa ben bu makaleyi okuduğumda (90’ların sonlarıydı galiba) Rusya refah içinde yüzmüyordu. Hatta Komünist sistem yıkılmış Rusya ciddi anlamda yoksulluk içinde ve askerlerin maaşı patates, lahana ve (ismini vermeyeyim) bir içecekle ödeniyordu.
Bizim konumuz ne Rusya’nın sefaleti, ne Rus füzelerinin menzili ne de Rus çocuklarının öz güveni? Bu gün bizim çocuklarımızın öz güvenini yazmak istiyorum. İlham kaynağım Taha Ali. Taha Ali 12 yaşında. Yazdığı ütopik bir Türkiye kompozisyonundan esinlendim. Başkenti Ankara olan, yüzölçümü 148 milyon 900 bin km2 (yani tüm dünya), ünlü şehirlerinden birkaç tanesi Londra, Paris, Moskova, New York olan bir Türkiye. (Hayal gücüne hayran kaldım)
Hayal kurmak ve hayallerde yaşamanın aynı şey olmadığını şerh düşelim önce. Sonra çocuklarımızın, gençlerimizin hayallerini bozan, onlara hayal kurmanın gerçek hayatta yeri olmadığına inandırılan bir dünya kuran her kim varsa anne – baba, devlet ve bir kısım (hepsi değil) eğitimcilere birkaç söz söyleyelim.
Televizyonda bir dizide sürekli “başıma icat çıkarmayın” diyordu oyuncu. Rol gereği söylenen bu söze çok gıcık olurum. İcat çıkarın çocuklar. Hayaller kurun, hayallere bile sığmayan.
Ülkemiz batılı ülkelerle kıyaslandığında gelişmiş ülkeler liginde değil maalesef, gelişmekte olan ülkeler liginde. Bunun sebeplerini tartışmak niyetim yok ve bu konuda objektif bir bakış açısı geliştirememe eleştirisine de tahammül edemem. Ama bildiğim şey bu ülkeyi gelişmiş ülkeler ligine taşıyacak nesillerin tüm heveslerini boğazlarına düğümleme konusunda üstümüze yok bizim. Hem de yüzlerce yıldır. Matbaanın, icadından üç yüz yıl sonra kullanıldığını söylemem yeterli, sebebi de belli.
Mükemmeliyetçilik: Batı hep en güzelini yapar. Onlar aya biz yaya. Her şey mükemmel olmak zorunda değil. Çocuklarımızın yaptığı her şeyi tam ve eksiksiz olan haliyle hayal edip değerlendirme hastalığı ilk sebep. Yani kafamızın içinde oluşmuş şablona göre kıyaslamak, sıra arkadaşına göre, komşunun çocuğuna, Nurten halanın kızıyla kıyas, diğer sınıf ile kıyas, öbür okul ile kıyas ya da diğer kardeşe göre değerlendirirsek çocuğu hiçbir şey yapmama konusunda çok güzel pekiştirmiş oluruz.
Eleştiri tuzağı. Hata yapmaktan yada ötekinin yaptığı gibi yapamamaktan korkup hiçbir şey yap(a)mamak. Öz güveni bitmiş çocuklar. Üzüm üzüme baka baka kararır derler. Birbirlerini örnek ölçüt alıp hep bir kısır döngü içinde yeteneksizlik döngüsü, kaybediş.
Küçümsemek: Modern dünyanın fizik bilimi ile ilgili bildiklerinin sadece ağaçtan düşen bir elmayla başladığını biliyoruz. Yer çekimi kanunu. Ya da “Evreka” diyerek hamamdan koşa koşa çıkan Arşimet’in suyun kaldırma kuvvetini bir tas sayesinde bulması hayal ettiğimiz tüm muhteşem hesapların yapıldığı laboratuarda değil gündelik hayatın içinde nelerle karşılaşma ihtimalimiz olduğu konusunda bize fikir verir herhalde.
Okullarımızda yapılan bilim şenliklerini de bu anlamda çok önemsiyorum. Çok basit deneylerin çocukları nasıl etkilediğine şahit oldum. Sadece bu şenliklere yüklediğimiz anlamları yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. Her yıl yapmak zorunda olduğumuz bir etkinlik değil de yepyeni fikirler keşfetmek, birinin beyninde şimşekler çaktırmak için yapılmalı, desteklenmeli, önemsenmeli.
Devlet ders müfredatlarını yeniden düzenlemeli. Öğrencinin yaratıcı yönünü köreltmeden, hayal dünyasına katkı sunan bir müfredat hazırlamalı. Resim, müzik, spor ve eleştirel düşünme derslerini çoğaltmalı. Öğretmenler bu yeni gelişmeleri olumlu karşılamalı ve çağın gereklerini bilimsel bir bakış açısıyla değerlendirebilmeli, gelişmelere uyum sağlayabilmeli. Sonuçta öğretmen bir rehberdir ve öğrencinin sınırlarını öğretmenin vizyonu belirler.
Öğretmen, özgür düşünceye kapı açmalı, farklı fikirlere cesaretlendirmeli öğrenciyi. Burası Finlandiya değil kardeşim denildiğini duyar gibiyim. Evet burası Türkiye ve biz farklıyız. Kıyası reddettik ve bir yerden başlamaya kara verdik. Bizim enerjimizi alacak, meşgul edecek tüm fikirlere kapalıyız. Evde yokuz.
Yeniden Rus füzesiyle başladığımız yere geri dönelim. Gökyüzünde Türk markalı uçaklarla seyahat etmek, üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde onlarca dünya markası çıkarmanın keyfiyle denizde seyahat etmek, sokaklarında Almanlar yapıyor abi ama biz daha iyisini yapmışız dedirten, adını tarihimizden iz bırakan isimlerle markalaşmış otomobillerin olduğu bir Türkiye hayalinin çocuklarımıza ne kadar iyi geleceğini ah bir bilebilseydik. Ya da kullandığımız telefonu 90’larda ki gibi Aselsan üretseydi. Aselsan 1923. Belki çocuk ve gençlerimiz salya sümük İphone ağıtı yakmazlardı.
Tüm bu hayalleri gerçekleştirebiliriz. Daha önce yaptık yine yaparız. Yeter ki hayal edin. Yeter ki inanın. Hayal kurmaya teşvik edin. Hayal kuranın hevesini kursağında bırakmayın. Hayallere maddi destek verin. Bırakın icat çıkarsın. Soru sorsun. Sorgulasın.
Ülkemizde milli sanayi geliştirme fikriyle yanıp tutuşan makine mühendisi Rahmetli Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın gençlere rehberlik etmesi amacıyla şu sözünü çok değerli buluyorum:
“HER ŞEY HAYALLE BAŞLAR. ONUN TEMELİNDE İNANÇ YATAR. İNANIRSANIZ BAŞARIRSINIZ.”
Çocuklar hayal edin ve hayalinize inanın. İnanmadığınız bir şeyi başkasına da inandıramazsınız. İnanmazsanız başlayamazsınız. Başlamazsanız başaramazsınız.
Keşif gezilerine çıkın, bozulan bir makineyi içini görmesi için açmasına izin verin, kendi oyuncağını ve bisikletini tamir etmesine modifiye etmesine izin verin, ona bilim seti alın bir tane, müzik aleti yada boya seti alın, birkaç paket sigara parasına bir akşam yemeği parasına ona hayatının hediyesini alın. Kim bilir?
Ben bu yazıyı yazarken dünyanın ve Türkiye’nin ilk muharip insansız savaş uçağı Selçuk Bayraktar tarafından uçuruldu. Küçücük bir maket uçakla başlayan bir hayaldi Selçuk bey’inki, şimdi kocaman bir savaş uçağı oldu. İlk oldu. Tek oldu. Sen de yapabilirsin ve daha iyisini.
Yer çekimi ve Newton demişken hep aklıma takılmıştır. Ya yer çekimi diye bir şey yoksa, ya gök itimi diye bir şey varsa. Ya da başka bir şey. Soru sordum canım. Hayal işte. Belki biri araştırır.