TÜRKİYE’NİN 11 EYLÜL’Ü
Çok üzgünüz. Bu topraklarda yaşamaya başladığımızdan bugüne kadar karşı karşıya kaldığımız en büyük doğal afeti 6 Şubat depremlerini yaşadık geçtiğimiz günlerde.
Bir Hataylı olarak hem maddi hem manevi hem de kültürel kayıplarımızın büyüklüğünü yazıyla ifade edemiyorum. Sokaklarında dolaştığım o tarihi mekanlar, restoranlar, o ayak üstü lezzet durakları, tarihten çıkıp gelmiş gibi hala üretim yapan dükkanları, camisi, kilisesi, dar sokakları artık yok. Tüm hatıralarımız beton yığınlarının altında kaldı. “Bu yaz gidecektim ama işim çıktı gidemedim” deyip üzülen arkadaşlarım var. (Ne çok şeyi erteledik şu hayatta) Onlara” sürekli övüp durduğum bir şehir yok artık” diyeceğim.
Kaybettiğimiz böylesi bir güzelliğin elbette ki bir sorumlusu, sorumluları var.
Daha depremin ilk günü herkes suçlu birini arayıp sorumluluğu birbirinin üzerine yıkmaya çalıştı. Tüm ön yargılarımdan sıyrılıp yazacağım bu yazımı. İlk defa eğitimin ana konu olmadığı yazım bu (Belki de bu yazı eğitimin ta kendisidir)
İlk suçlu her zaman olduğu gibi müteahhitler ve inşaat mühendisleri olarak görüldü. Göze çarpan ilk günah keçileri. Vurun kellesini dedikleri ve tek suçlu olarak ilk akla getirildikleri için haksızlığa uğradıklarını düşündüğüm kesim. Neden mi? 1999 depremi Veli Göçer adında bir müteahhite yüklendi ve diğer sorumlular kurtuldu. 6 Şubat depremlerinde de hemen bunlar potaya konuldu. Üç kuruşa tamah edip insan canına kastedenler mutlaka vardır. Oysa tek suçlu bunlar değildi. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan bir toplumuz. Herkes ahkam kesiyor. Süreci bilelim ki sorumluyu işaret ettiğimizde “ama” diye başlayan bir itiraz cümlesi kurarken ihtiyatlı olalım. Şimdi soralım.:
Zemin etüdüne doğru onay verdik mi? Kâğıt üzerinde en güzelini yapıp da pratikte de güzel takip ettik mi? Haklı bir şekilde ruhsat verdik mi? Yapıyı kuralına uygun denetledik mi? Kalıpçı mı yoksa demirci mi? Kısaca bu süreçte müteahhit mühendis betoncu demirci kalıpçı belediye ve belediye başkanı sorumlu.
Sıradaki suçlular: sürekli imar affı getirenler, imar affı isteyenler, iktidara gelince imar affını getireceğiz diyenler, diren ev sahibi diyen teröristler, tekrar belediye, kentsel dönüşümü rantsal dönüşüm deyip ev sahiplerini kışkırtanlar, 3-5 metrekare daha fazla ev diye diretip kentsel dönüşümü istemeyen ev sahipleri, mağazaya birkaç raf fazladan koymak için kolon kesen dükkan sahipleri ve buna ses çıkarmayan bina sakinleri var.
Sanırım bu sürecin tamamında en büyük suçlu bizim işleri sürdürme biçimimiz. Planlamasından onayına, binaya girdikten sonra da kaçak kat ve balkonu içeriye dahil etmeye kadar ve her gün evin önünden makam arabası veya resmi araç ile geçerken bu çarpıklığı görmezden gelmeye kadar suçlu biziz. Bizim seçtiklerimiz seçeceklerimiz, arkadaşlarımız, bizim çocuklarımız.
Hep görmezden geldiğimiz, sonra da sağa sola yargı dağıttığımız bir çarpık düşünce biçimimiz var bizim. Ahlaksızca mahvettik şehirlerimizi ne yaşanabilir binalar inşa ettik ne de çocuklarımızın koşup oynayacağı sokaklar bıraktık. Dağ taş beton oldu. Çarpıklık her yerdeydi artık. Kimse kusura bakmasın. Hepsi üç beş kuruş kar etme, fazladan birkaç oy alma ya da birilerine yaranma uğruna oldu bütün bunlar. Bu ahlaksızlığa hepimiz, hepiniz ortak oldu. Fakat kimse bedel ödemedi. Olan yine (bunda suçu olan ya da olmayan) binlerce cana oldu.
Bin yıldır yaşadığımız Anadolu’da özgün bir mimari geliştiremedik maalesef. Tonlarca betona feda ettik güzelim vatan topraklarını. Hatay Samandağ’dan başlayıp Artvin Hopa’ya kadar talan ettik kıyı şeridimizi. Her sokakta farklı bir bina tipi var. Gözü yoran insanın içini daraltan. Evlerde sokaklarda mahremiyet kalmadı. Bahçesiz, yeşilsiz ve ruhsuz yaptık her şeyi. Kimse kusura bakmasın hepimizde suç var.
Eğitimcisinden, eğitimi alana, onay verene, işini iyi yapmayana, görmezden gelene ve oy uğruna iktidarından muhalefetine kadar hepimiz suçluyuz. Suçluyu ararken kendimizi de unutmayalım.
Bir işi de düzgün yapmanın zamanı geldi. Yerel mimari, yerel malzemelerle ve dokuya uygun evler yapmanın, bunu kabullenmenin, bu evlerde yaşamanın ve bu evlerde yaşlanmanın zamanı geldi. Bu deprem bize yeni bir milat olsun. Deprem ülkesindeyiz diye diye sağır sultana bile illallah ettirdik. Okullarda nitelikli bir eğitim vermeli. Bakın nitelikli dedim göstermelik değil. İstatistik artırma amaçlı değil.
Tüm devlet kurumlarının ve üniversitelerin arama kurtarma ekipleri olmalı. Ama mış gibi olsun diye değil. Olayın sadece çök kapan tutun değil hayati tüm safhalarının tüm halka öğretildiği bir eğitim seferberliği başlatılmalı. Çocuklarımıza KUL HAKKI ve İNSAN HAKKI nedir diye öğretmeli ve öğrenmeliyiz. Demiri çimentoyu çalmamayı, kaçak kat çıkmamayı, balkonu içeri katmamayı, hazine arazisine ve tarım alanlarına çökmemeyi örnek olarak öğretmeliyiz. İşi ehline vermeyi ve liyakatli kişileri iş başına getirmeyi istemeli, torpile tamah etmemeliyiz. Bizden mi diye değil, işinin ehli mi diye sormalı, asla haksızlığa izin vermemeliyiz. Yoksa daha çok göz yaşı dökeriz. Birbirimize sövüp sayarız. Olansa beton yığınlarının altında yitip giden canlara ve asla bir daha geri getiremeyeceğimiz hatıralara olur.
Vesselam.
DÜNYANIN EN ÇOK TEŞEKKÜRÜ: Elinde eteğinde ne varsa depremzedelere vermek için seferber olan Aziz Milletimize selam olsun. Deprem bölgesinde küçücük bir emeği olan tüm devlet kurumu ve Sivil Toplum Kuruluşlarına, ünlüsüne ünsüzüne de selam olsun.