Günümüz “dünya sorunları başlığını, niceliksel manada pozitif ve negatif yönde sıralamaya tabi tuttuğumuz da negatif yönde seyreder mi düşüncesi bir an insanın aklına gelir mi?” sorusunu ne yazık ki irdelemek mümkün gözükmemekte… Sorunların kaynağı hususunda bugün dünyanın çehresi bu anlamda; çok da iç açıcı gözükmüyor… Somut anlamda görülen gelişmelerin arka planın da uluslararası sorunlar başlığını bir araştırma konusu haline getirmek şartıyla, şöyle bir eski defterlerin dünya tarihi adına karıştırıldığında bütün bir gerçeklik tüm açıklığıyla ortada ne yazık ki…
Uluslararası sorunların kaynağını; petrol kaynakları, ırkçılık, dini sebepler, toprak paylaşımı, sömürgeciliğin bir zihniyet meselesine dönüşmesi gibi birçok faktörle kaleme almak içten bile değil… Çünkü karşılaşılan tablo içerisinde; yaşanılan ve yaşanmakta olan olgular tarihin içinde; şekillenip yeni varyantlarla kendisini ortaya koymaktadır. Diğer yönüyle; eşittir denkleminde, bütün sebeplerin toplam sonucu “savaş” kavramının ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Bu kavramın masumlarına yönelik yapılan fiiliyat, bir savaş suçu kabul edilmesine rağmen; kendini güçlü sanmak ya da hukuk tanımamazlık, insani anlamda bir masumun kanını dökmek için hiçbir gerekçeye, sığınmayı getirmez.
Bugün bir zihniyet meselesini ortaya koymak gerekecekse; en büyük sebep bir haçlı zihniyetine sahip olunmasıdır. Haçlı zihniyeti yağmalama ve sömürme ya da daha ötesinde işgal mantığına dayanmaktadır. Bura da M. Akif ERSOY un;” Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…” ifadesi tarihin sayfalarında da böyleydi. Sömürü zihniyetinin ve işgale yeltenmenin kendince haklı sebeplerine; baktığım pencereden anlamlandırmak ve bu anlamda bir duygudaşlık durumunu reddediyorum. Çünkü bir masuma savaş suçlusu gibi davranmak; en büyük alçaklık olsa gerek ve insanlık adına en büyük zulüm de bu olsa gerek…
Diğer taraftan; dünya ve uluslararası sorunlar niteliğinde savaşların, olumsuz çehresini yaşamakta olan insanlar; bugün konunun aralıksız tekrara düşerek; küresel ısınma ve çevresel kirlilik durumlarına dair; salgın hastalıkları da bu anlamda gündemde tutmaya çalıştıklarını, beşeriyetin temsil yükünü sırtında taşıyan insan olarak bilmeyeniniz yoktur. Konuyu değiştirdiğimi düşünmeyin; bir noktaya, cümleyi tabi tutmadan önce; şu meselelerin de konuşulması gerekmez mi?
Savaşların ve işgal zihniyetinin, sömürü sistemine bağlı olarak küresel ısınmanın artması; durumu, konu olarak; niçin bugün gündem de yok; savaşların salgın hastalıklarına olan etkisi niçin konuşulmuyor ya da daha ötesinde insan hakları konusunda saygıdan kaynaklı; bu insan hakları savunucuları harbiden nerede? Ve bu insan haklarına saygılı olanlar; çevreye olan saygılarından bahsederken bugün savaşların etkisiyle çevreye verilen zararların maliyetini niçin hesaba katmıyorlar? Bunlar olağan sorulması gereken sorular mantığında sormak gerekecek fakat soru sormanın ciddiyeti ve sorunun muhatabının ciddiyetini bulmak biraz zor galiba…
İşgalin hiçbir vakit haklı gerekçesi yoktur. Ve bu anlamda işgalci zihniyetin bayiliğini yapmanın da kimseye bir faydası yoktur. İsmet ÖZEL’ in ifadesiyle; “Köpek olmakla, yağlı kemik bulmak arasında zorunlu bir mantık bağı da yoktur.”
Sonuç olarak; uluslararası sorunlar ve günümüz dünya sorunları kapsamında savaşın; olumsuz durumlarını ele almak ve bu anlamda beşeriyetin temsiliyetine yönelik çalışmaların, medeniyet adı altında yetersizliğinin getirdiği; bir anlayışın bu anlamda bir çare niteliği taşımadığını, işgal zihniyetinin, ülkelere ve çevreye verdiği sorunların irdelenmesi önemli gözükmektedir. Ve bir gün kaplumbağa, elbette tele takılır. Yavru vatan Kıbrıs’ın bayrağı da bu anlamda önemlidir.
Kalın sağlıcakla…