Bir yaz mevsimi… Yüksek dağlar kıştan kalma soğuğun titremesiyle üşüyordu. Hava bulutların etkisiyle karamsar bir ruh haline bürünmüştü. Uzun bir yolculuğa çıkmak gibi telaşın arifesinde sessiz sakin vedalaşmalar kendisini adımlara bırakmıştı. Ve belki de gurbette olmanın sılaya olan yolculuğundan çok uzaktaydı insan.
Şehrin merkezinde kalabalık selinin tam ortasında bir an duraksadı. Asfalttan gelen bunaltıcı sıcak havanın etkisiyle araçların beklemekle ilerlemek arasında yol aldığını birazdan kararmış gökyüzünden düşme ihtimali olan bir damla yağmurun beklentisi ile adım adım ilerliyordu. Koskoca kış mevsimi kendisini yaz mevsimine bırakmış. Sıcaklıkların yer yer eksi dereceleri gördüğüne şahitlik etmişti. Ve geçmeyen ne var ki; diye kendi kendine söyleniyordu. Yaz mevsimi de gelir, kış mevsimi de geçer, bazen zorluklar kolaylaşır ve bazende dert denilen derdin dert olmadığını anlar diye düşünüyordu insan.
Yaz mevsimini karşılayan beşeriyet orta kuşakta yaşamanın iklimsel telaşından bir nebze uzaklaşmış gözüküyordu. Bir kış mevsiminin kalıntılarını konuşuyordu insanlar. Zirai dondan sonra insanlar meyve vermeyen her bir ağaç için bakımlarını tamamlama gayretine düşmüştü. Belki umut tam da böyle bir şey idi. Umut; hayata dair bir beklentinin de el kitabı idi belki. Bir bardak çay içme düşüncesi ile bir çay ocağında bir bardak çay içmenin telaşında gelecek bir bardak çayı beklemeye başlamıştı.
Tabi bir yandan kendi dertlerine ya da dert edindiklerine dalmıştı beyni. Ve binlerce insan var demek ki her insanın bir derdi var diye kendi içinden söyleniyordu, bir bardak çayını yudumlarken. Aslında insan neyi dert edineceğini bilmiyordu. Çünkü dert sandığının dert olmadığını başka insanların dertlerine kulak verdiğinde anlıyordu. Aradan geçen vakit diliminde hafiften yağmur damlaları aracın camına düşmeye başlamıştı. Yağacak bir damla yağmur dahi sıcak hava kütlesinin biraz daha serinlemesine neden olmuştu. Ve radyo da çalan türküye hafiften ses verdi.
Beşeriyetin kendi içinde yaşadıkları durumu bir radyo kanalında bir haber bülteninden dinlemeye başladı. Beşeriyet diyordu; insanlık kavramından uzaklaştı. Savaşlarda masum insanların öldürüldüğü bir dünya galiba anlamlandıramadığı, bir değeri olmayan ve düzensizlikten beslenen düzen bu mu? Nasıl olurda, Filistin’ de insanlığın katliamına dünya sessiz kalabilirdi. Beşeriyet insanlığa karşı galiba bir mücadeleye girişmişti. Beşeriyetin, kapitalist ve materyalist anlayışına insanlığı, masumiyeti, merhameti, vicdanı kurban etmekte ne demekti.
Ve günlerce konuşan insanlar, yerelin gündemi elbette farklıydı. Derdi olan insanlar ve bir ekmek mücadelesi, koşuşturmaca ve yaz mevsiminin bunaltıcı etkisinden uzaklaşma gayretinde olup tatil yapma anlayışına evrilen düşünceler. Hepsi ama hepsi bir yaz mevsiminin kendi içinde yer edinen düşünceleri idi. Ve bunlar insana dair idi.
Ve bir teyze ile yaşlı bir amca; dertlerini anlatıyorlardı. Kim sahip çıkardı insanın derdine… Aslında beklemedikleri bir yerden imtihan olmuşlardı. Yaşın ilerlediğini dert ve sıkıntıların ağır geldiğini gençlikte ise bir şekilde katlanıldığını söylüyorlardı. Dinledikçe, bir yaz mevsiminin bunaltıcı havasında motive edici ifadelerinde artık bir önemi olmadığını anladı o an. Dinlerken bir yandan beyninde bunu düşünüyordu. İnsan yaş aldıkça ifadelerin de artık kıymet takdirine dair bir olumlu düşüncenin dahi önemi kalmıyor demek ki, demekten de kendisini alamadı. Elbette herkesin bir derdi vardı.
Vakit ilerliyor; fakat insanların beyinsel aktivitelerine dair bir gelişme olup olmadığını da üslubundan anlıyordu insan. Yaş ilerliyor, tarlalar sararmaya yüz tutmuş; bir yaz mevsiminin ağaç gölgesinde seyreden aksı, sonbahara doğru ilerliyordu. Ve herkesin derdi kendine büyüktü.
Sağlıcakla kalın…