MAHİR KILIÇOĞLU mahirkilicoglu@hotmail.com

MUHTEŞEM ZAFER

30 Ağustos 2017 Çarşamba 01:25

30 Ağustos Zaferi, Türklerin Anadolu’da var oluşunun tapusunu yeniden eline almasını sağlayan büyük, kesin ve kutlu bir zaferdir. Bu zaferi, filmlere, dizilere, romanlara ne kadar hikâye etsek azdır.

Mustafa Kemal her şeyi büyük bir gizlilikle yürütüyordu. Sakarya Savaşı kazanıldıktan sonra ordunun eksikleri giderildi, ihtiyaçları titizlikle karşılandı.

Mustafa Kemal Paşa, Mart 1922’da Sovyet büyükelçisi İvaneviç Aralov ve İbrahim Abilov’u Batı cephesinde gezdirdi. Güzergâhta sık sık deve kervanları ve kağnılarla cepheye malzeme taşındığını ifade eden Aralov'a, Mustafa Kemal Paşanın kendisine cephane taşıyan at, katır ve deve kervanlarını göstererek; “…İşte bizim askerî taşıt araçlarımız. Yunanlıların tam tersi… İngilizler onları, gerekli olan bütün askerî taşıt araçları ile donatıyorlar. Ama yine de biz onları yeniyoruz ve yeneceğiz!

Yunanlılar İngilizler adına bir savaş veriyordu aslında. Bütün askeri donatıları, her şeyleri İngilizlerden geliyordu. Aslında Yunanlılar, İngilizler adına bir vekâlet savaşı yürütüyordu. Mustafa Kemal, İngiliz istihbaratının uzun kollarını bildiğinden, bütün harekâtı büyük bir gizlilik içinde yürütmüş. Hatta İngiliz çığırtkanlığı ile savaş tam Yunan’ı yok edeceğimiz sırada kesilmesin diye 26 Ağustos’ta başlayan cephe galibiyetleri bile basit çatışmalar gibi yansıtılıyordu.

Büyük taarruz ile ilgili Türk ordusunun İmha planını anlatmadan önce Mustafa Kemal’in bu konuda söylediklerine bakmak gerek:

-“Tarih, İngiltere Hükûmetinin böyle gülünç bir teşebbüse umut bağlamasını hayretle kaydedecektir. “Maskara bir kavmi, Türkiye’yi istilâ ettirerek cihangir yapmak”

Mustafa Kemal İngilizlerin savaşa müdahalesini tehlikeli gördüğünden Yunan ordusuna yapacağı taarruz ve imha planını gizli tutmakta kararlıydı. Yapılan hazırlıklar büyük bir gayretle savaşın gerçek hamisi İngilizlerden saklanmaktaydı. Çünkü ; 

“İngiliz gizli servisinin, ne yapıp yapıp, Büyük Millet Meclisi’nin içine kadar sızdığı, hatta gizli oturum tutanaklarının bile İngiltere’nin başkenti Londra’ya gönderildiği; gizli kalması gereken bilgileri saklamanın ne denli zor olduğu biliniyordu.”

 Yunan ordusu da cephe hattında adeta uyutulmaktaydı.

“…. Her gün başarıyla gelişen saldırılarımızı resmi bildirimlerle önemsiz savaşlarmış gibi gösteriyorduk. Amacımız durumu elden geldiğince düşmandan gizlemekti. Çünkü düşman ordusunun tümünü yok edeceğimize inancımız vardı. Bunu anlayıp düşman ordusunun tümünü yıkımdan kurtarmak isteyeceklerin yeni girişimlerine yol açmamayı uygun gördük”.

Olaylar gazetelerde taarruz basit çatışmalar gibi gösteriliyor;

Ağustos’a kadar yayınlanan haberler daha çok, çeşitli mıntıkalarda “keşif çatışması” olduğu biçimindedir. Özellikle de, Kocaeli, Sarayköy, Aydın mıntıkalarında ve Afyon cephesindeki çatışmalar halka sürekli duyurulmaktadır.

“Ordunun saldırısını gizlemek için, gazetelerde Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın bir çay ziyafeti vereceği belirtilirken; yine başka bir haberde de ordu birlikleri arasında futbol karşılaşması yapılacağı belirtiliyordu.”

Yunan kuvvetlerinin taarruzdan hiç haberi olmadığını tam manası ile bir rehavet uykusunda olduğunu ise;

General Trikopis 25/26 Ağustos gecesi Afyonkarahisar’da düzenlenen bir baloya katılmış olması” ve

“Yunan ordusu başkomutanı Hadzianesti taarruz haberini 26 ağustosta Yunanistan’dan vapura binerken öğrenmiş” olmasından anlıyoruz.

Planlanan Son

Savaş esnasında Başkomutanın aklında tek bir şey vardır oda Yunan ordusunun imhası. 

Sabaha karşı savaş, yok edici bir Topçu ateşiyle başlayacaktı. Gazi’nin yaveri Muzaffer Bey yanına gelerektopçuların elinde bulunan cephanenin miktarı hakkında bilgi vermeye başladı. Plana göre, saldırıda önce Türk topçusunun düşman mevzilerini bombardıman etmesi tasarlanmıştı. Eldeki sınırlı cephane ile Türk topçusu saldırı başladığında üç dört saat boyunca sürekli ateş edebilecekti”. Mustafa Kemal’in yaveri olayı:

Topçularımız tesir ateşine geçiyorlar. Şarapnellerin yerini ihtiraklı tane ve tahrip mermileri almaktadır. Piyademiz siperlere yaklaşmak üzere. Düşman topçusu mânia ateşine başlıyor. Topçularımız tahrip ateşiyle düşman tahkimatını havaya uçuruyor. Kalecik sivrisi yanmaktadır. Fakat topçularımızda bir endişe… Tonlarca cephane su gibi akıp gitmektedir. Bir aralık cephane vaziyetini soran Başkumandan da, aldığı cevaptan üzüntülü… Büyük bir soğukkanlılıkla emrediyor:

- Tek mermi kalıncaya kadar ateşe devam edilecekti.”

- Cephane ikmâlimizi düşmandan yapacağız, diye anlatmaktadır.

Düşmanın arkasına sızan Türk süvarileri Yunan ordusuna korku salarken aynı zamanda takviye ve ikmal denemelerinin önüne geçiyordu. 30 Ağustos’ta Türk ordusunun hücumları ile eriyen kılıç artıkları geri çekilmeye başlayınca

“30 Ağustos 1922 günü, Batı Cephesi Komutanı’nın, saat 06.00’da ordulara gönderdiği emirde şöyle deniyordu: Orduların görevi; Aslıhanlar Meydan Savaşı’nın bütün kuvvetleriyle ve hızla sonuçlandırılması, Dumlupınar’ın çabucak düşürülerek düşman çekilme yollarının tamamen kesilmesi ve İzmir doğrultusunda kovalamanın aralıksız sürdürülerek kurtulmuş olması umulan dağınık düşman kollarının da savaşa ve teslime zorlanmasıdır.”

Düşmanı, takip ve imhanın devam edeceğini Türk uçağının attığı Rumca şu bildiriden öğreniyoruz:

“Yorgunluktan bitap kalan Yunan askerleri her yerde teslim oluyor. Her tarafınız sarılmıştır, kaçamayacaksınız.”

“Aman vermeyen takip sonucu Türk piyadeleri de Süvarilerle beraber aynı gün İzmir’e girdiler. Böylece Türk birlikleri muharebe ederek her gün ortalama 30 km. yaklaşık olarak toplam 450 km ilerlemiş oldu. Böylece Türk ordusu, 26 Ağustos’tan beri her gün yürüyüş yapmış ve 15 gün muharebe etmiştir. Yunan ordusu tamamen yok edilmiştir.

Mustafa Kemal Dumlupınar’da, Meçhul Asker Anıtı’nın temel atma töreninde konuşma yaparken; Büyük Taarruzu, savaştan tam iki sene sonra şu kelimler ile özetleyecektir;

“…Akçaşar’da birinci ordu merkezine saat 9’dan önce varmıştım. Ordu komutanına bir taraftan cephenin yazılı emri emanet edilirken, ben de kendisine sözlü olarak durumu anlattım ve dördüncü kolordunun bütün tümenleriyle birlikte şiddetle, işte bu köyün, Çal Köyü’nün batısındaki düşmanın büyük kısmını kuşatacak şekilde savaşa zorlamasını emrettim. 

Ve ekledim ki, düşman ordusu mutlaka yok edilecektir…

Düşman kuvvetlerini gündüz gözüyle tamamen kuşatmak ve düşmanın inatla savunduğu savaş alanlarına, süngü saldırılarıyla girerek kesin bir sonuç almak gerekliydi. Bunun için bütün ordunun büyük özveriyle ilerlemesini ve bütün bataryalarımızın, hatta gizliliğe bakmaksızın, ateş alanlarına girip düşman alanlarını sarsmasını istiyordum…

… On birinci tümenin kahraman komutanı Derviş Bey, kendi ileriye atılarak bütün kuvvetiyle düşman alanına ilerliyordu. Kolordu Komutanı Kemâlettin Paşa, güneyden ve batıdan düşmana saldırdığı diğer tümenlerine yeniden şiddetli ve hızlı hareketler için emirlerini ulaştırıyordu. İkinci Ordunun on altıncı ve altmış beşinci tümenleri düşmanla gerçek savaşa girişiyorlar, diğer tümenleri de kuşatma çemberini daraltıyorlardı. Bunları görüyordum. Atlı kolumuzun daha batıdan düşmanın arkasını kesmek üzere bulunduğunu bana haber getiren atlı subay söylemişti…

Arkadaşlar!

Saat ilerledikçe gözlerimin önünde gelişen manzara şu idi: Düşman başkomutanının şu karşıki tepede son gücüyle çırpındığını görüyor gibiydim. Bütün düşman alanlarında büyük bir heyecan ve telaş vardı. Artık toplarının, tüfeklerinin ve mitralyözlerinin ateşlerinde sanki öldürücü kabiliyet kalmamıştı. Bu ovadan, kuzeyden ve güneyden birbirini izleyen vurucu hatlarımızın, batışa yaklaşan güneşin son ışıklarıyla parlayan süngüleri her an daha ileride görülüyordu. Düşman alanlarını saran bir çember üzerinde yer almış olan bataryalarımızın aralıksız ve amansız ateşleri düşman alanlarını, içinde durulmaz bir cehennem haline getiriyordu. Güneş batıya yaklaştıkça ateşli, kanlı ve ölümlü bir kıyametin kopmak üzere olduğu bütün ruhlarda duyuluyordu. Bir zaman sonra dünyada büyük bir yıkım olacaktı. Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Karanlıklar içinde bu yıkım gerçekleşmeli idi. Gerçekten gökyüzünün karardığı bir dakikada Türk süngüleri düşman dolu o sırtlara saldırdılar. Artık karşımda bir ordu, bir kuvvet kalmamıştı. Tam olarak yok olmuş perişan bir bakiyetüssüyuf (kılıç artığı) bulunuyordu. Kendilerinin dediği gibi çok korkan ve titreyen, şekilsiz bir kitle, tuhaf bir karmaşa halinde kaçmak için açıklık arıyordu. Artık gecenin koyulaşan ağırlığı, sonucu gözle görmek için güneşin tekrar doğudan doğmasını beklemeyi zorunlu kılıyordu…”

1071 Malazgirt savaşından 851 yıl sonra başlayan büyük Taarruz, Anadolu’nun tapusunu yeniden Türklere vermiştir. Anadolu bir yüzyıl daha Endülüs yapılma planlarını def etmiştir. Büyük komutan Mustafa Kemal'e, silah arkadaşlarına, mehmetçiğimize, o gün bu büyük mücadele için gayret sarf etmiş kadını-erkeği tüm ceddimize, şehitlerimize minnet ve şükranlarımı sunuyor, rahmet diliyorum.

Şimdi yeni bin yılın başındayız. Bizleri vatanımızdan etmek isteyenlere karşı, yurdumuzu tıpkı Irak ve Suriye gibi paramparça etmek isteyenlere karşı uyanık olmak, bir olmak, diri olmak, güçlü olmak zorundayız…

Mahir KILIÇOĞLU

mahirkilicoglu@hotmail.com

Kaynaklar:  

1. http://www.atam.gov.tr/dergi/sayi-58/mustafa-kemal-pasanin-buyuk-taaruz-oncesinde-suvari-kolordusunu-denetlemesi-ve-ilgin-manevrasinda-suvari-kolordusu

2. http://www.tarihbilimleri.com/26-agustos-buyuk-taarruz-ve-30-agustos-1922-baskomutanlik-meydan-muharebesi.html

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #