MAHİR KILIÇOĞLU mahirkilicoglu@hotmail.com

DEĞMESİN MABEDİMİN GÖĞSÜNE NAMAHREM ELİ

27 Nisan 2020 Pazartesi 08:42

Türk toplumunun en büyük yaralarından biri zinanın ve eş cinselliğin meşrulaştırılması ve bu iki unsurun aile kurumunu tehdit eder hale gelmesidir. Evlilikle temelleri atılan aile kurumu en çok sağlıklı yeni nesiller için vazgeçilmezdir. Bu kurumu yıpratan her şey toplumu da yıpratır.

Topluma zarar veren pek çok şey yasaklanmıştır. Uyuşturucu Batı'da pek çok ülkede yasal hale gelmiş olsa bile dünya genelinde hala yasaktır. İçki konusunda Batı'da ciddi sınırlamalar var ve bunların benzerleri ülkemize de gelmiştir. Sigara, bireye ve topluma verdiği zarar nedeniyle gün geçtikçe içimi ve satışı çeşitli sınırlamalara tabi tutulan maddedir.

Bizim inancımıza göre zina ve eşcinsellik haramdır. İslam’ın kutsal kitabı Kur’an-Kerim zina ve eşcinselliği yasaklamıştır ve Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.) bu yasakların tatbiki konusunda örnek olmuştur.

Geçmişte aile kurumunu koruyan yasaların gücü bugün bireye, özellikle cinsiyet eşitliği altında eşcinselliğe ve ölçüsüz şekilde kadına verilen haklar nedeniyle etkisiz ve işlevsiz hale getirilmiştir.

Halbuki toplumun temeli birey değil ailedir. Aile toplumun çekirdeğidir ve devletin asli görevi bireyi değil, aileyi korumaktır. Yasalar ve hukuk sistemi, kadın olsun, erkek olsun aileyi korumak konusunu her durum ve şartta öncelikli hale getirmelidir.

İstanbul sözleşmesi sonrasında yaşanan süreç artık ailenin birey karşısında tamamen savunmasız kaldığını göstermektedir. Birey isterse ailenin fertlerini istediği gibi harcayabilecek konuma getirilmiştir. Kadını korumak adına düzenlenen bazı yasalar özellikle erkeğin rolünü işlevsiz hale getirirken böylelikle aile kurumuna da en büyük zararı vermiştir.

Öte yandan yine İstanbul Sözleşmesi ile dillere pelesenk edilen cinsiyet eşitliği ile her türlü gayrimeşru ilişki toplumun bütün değerlerine ve inançlarına ters olarak meşru ve yasal hale getirilmiştir. Bunda en büyük zararı yine aile görmüştür, görmektedir.

Ülkemizde İstanbul sözleşmesine kadar eşcinsellik ne bu kadar yaygındı ne de bu kadar örgütlüydü. İstanbul sözleşmesi ile kendilerine hukuki saha elde eden eşcinsel örgütler, bu pozisyonlarını şimdi toplumun kutsalına saldırı ve onun temsilcilerini yıpratmak amacıyla kullanıyorlar.

Artık öyle anlaşılıyor ki kendi sapık ve sapkın yaşantılarına özgürlük isteyenlerin esas amacının özgürce istediklerini yaşamak ve yapmak olmadığıdır. Onların esas amaçlarının İslam’a ve İslam’a ait olan her şeye düşmanlık olduğu ortaya çıkmıştır. Bunu Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın okuduğu Cuma hutbesine gösterdikleri tepkilerden rahatça anlıyoruz.

İslam dinine inanmayan, onun mabedine gitmeyen, onun emir ve yasaklarına uymayan güruh kalkmış bu dinin müntesiplerinin değerlerinin, inançlarının mahkemelerde yargılanmasını talep ediyor. Dinin emir ve yasakları mahkeme konusu edilemez. Din ve inanç bizzat Anayasa ile teminat altına alınmıştır. Mahkemelerin bu suç duyurusunu işleme almaları bile yanlış olacağı kanaatindeyim.

Öte yandan İslam Dininin Türkiye’deki en üst düzey örgütlü ve resmi yapısı olan kurumunun başındaki kişinin, İslam’ın emir ve yasaklarına uygun hutbeler irad etmesi kadar doğal bir şey yoktur. Diyanet işleri başkanı bir takım cinsi sapıkların ve sapkınların gönlünü mü hoş edecekti? Camiler Müslümanlarındır ve İslam neyi emrediyorsa camilerde o söylenir, o okunur. Buna başkalarının karar vermeye ne hakkı, ne de yetkisi vardır.

Bazı baroların topluma büyük zararlar veren eşcinsellik konusundaki hutbeden sonra hemen Diyanete karşı konum almaları da gecikmedi. Diyanetin inananlara, inandıkları kitaptan emirler okumasına bazı baroların gösterdiği tavır, hukuk adına, toplum adına onların nerede durduklarını göstermesi açısından ibretliktir.

Bu ülkede insanlar inançlarına karışılmasını, inançlarıyla oynanmasını istemedi, istemiyor. Bu ülkede insanlar inançları konusunda her türlü zorluğa göğüs germiş hatta canını bile ortaya koymuştur. Bunu bile bile üstelik Ramazan günü Müslümanların en büyük resmi inanç kurumuna savaş açmaları, onun başkanına saldırmaları dikkatle takip edilmelidir. Konu, ülkenin içinde bulunduğu hal ve sosyal kırılganlıklar nedeniyle acilen önlem alınması gereken bir konudur. Çünkü en açık ifadeyle bu toplumun inancıyla, değerleriyle, hassasiyetleriyle kimsenin oynamaya hakkı yoktur.

Dün Aleviliği başka bir dinmiş gibi gösterme çabası ortaya çıktı. Bugün eşcinseller camide okunanan hutbe konusunda suç duyurusunda bulundu. Yarın cinsiyet eşitliğine aykırı diye oğlan çocuklarına mavi, kız çocuklarına pembe giydirmeyi de yasaklatırlar bunlar.

Eşcinsel yaşantıları için özgürlük isteyenler İstanbul Sözleşmesinden güç alarak bu ülkenin değerleriyle dalga geçer gibi ortalıkta dolaşmaları, orada burada arzı endam etmeleri yetmez gibi, camilerde okunan hutbelere müdahale etmeleri bardağı taşıran son damladır.

Birileri, Diyanet işleri başkanını değil, dinin bizzat kendisini mahkemelerde yargılamak istiyorlar. Sen neye inanırsan inan, sen nasıl yaşarsan yaşa, bu toplumun inancına da yaşantısına da karışamazsın arkadaş. Hele bu milletin mabedine hiç karışamazsın.

Biz "Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli" sözünü baş tacı etmişiz. İstiklal Marşı'nın mabed dediği yer camilerimizdir. Çünkü onda dinin temeli olan ezanlar okunur. Çünkü onda her cuma müminler toplanır ve sosyal meseleleri konuşur. Zina ve eşcinsellik bizim toplum olarak en büyük sorunlarımızdandır. Bunu konuşmayacağız da neyi konuşacağız? Size mi soralım ne konuşacağımızı?

YORUMUNUZU YAZIN ...
Farklı olanı seçin:
# # # # # #